16 Ocak 2008 Çarşamba

Nicola and Bart



Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti, namı diğer Sacco ile Vanzetti. 23 Ağustos 1927'de Massachussets'te idam edilerek katledilen iki arkadaş ve hatta yoldaş. Suçları tahmin edebileceğiniz gibi tehlikeli "suçlar" basit olarak emekçi olmaları diyebiliriz, emek mücadelesinin yanında yer almaları, isyan etmeleri, grevler örgütlemeleri. halkın ekmak davası yani, sadece sınıf bilincine haiz proleterler olmaları. Ölmeleri için yeterli her şeyi yapmış "anarşıst piçler" onları yargılayan yargıca göre. 1977 yılında onları asıl idama götüren görünür suçun (bir polisin öldürülmesi-bunun bir iftira olduğunu biz hep biliyorduk) onlar tarafından işlenmediği ortaya çıktı. Demek ki o kadar da adil bişey değilmiş adaletiniz sizin, devletinizin istediği herkesi -bir şekilde- öldürme hakkı var anlaşılan. Paylaşmak istediğim bir Ennio Morricone şarkısı, Joan Baez'in seninden onlara ithaf edilen Here's to You.

15 Ocak 2008 Salı

Bilezik gibi...



birkaç orjinal deyim öğrenelim: bilezik gibi geçirmek, saksıya fesleğen gibi oturtmak. Kimden öğreniyoruz bakın.

Gaddar Kerim


Hikmet Taşdemir'in Korkusuz Korkak filminde canlandırdığı kiralık katil karakteri. Yeşilçam'ın en yakışıklı kötü adamlarından biridir. Umudumuz Şaban'da da Mardinli Arif'i canlandırmıştır. İmdb'de ise bu harika performanslarından hiç bahsedilmiyor olması şaşırtıcı. Şimdilerde bakkalık yaparak hayatını idame ettirmeye çalıştığını duydum ama nedense hiç şaşırmadım...

11 Ocak 2008 Cuma

Futbol



Futbol bloğu olmadık yok. Son post'lar itibariyle böyle bir kanı oluşabilir ama öyle bir durum söz konusu değil. Piyasada zaten yeteri kadar futbol bloğu var, çok kaliteli bir kaç tanesi dışında (en kalitelisi linktedir) pek dişe dokunur üretimlere rastlayamadım. Benimde kahvede ki herhangi bir vatandaştan fazla bir futbol bilgim yok, her menejerlik oynayan blog yazacak, futbol yorumlayacak olsa yandık. Linkte verdiğim blog ise anlatılmaz okunur, belirli bir süre sonra da bağımlılık yaratır. Maradona resmiyle başladım yazıya neden? Zira kendisi adına kilise kurulan ilk adam (isayı saymazsak tabi) . Buda başka bir post'a kalsın, futbola biraz ara...

Anelka I


Anleka II







Karşısındaki defans oyuncularını "maymun" etmesi (Ali Güneş'in kendi deyimi ile) ile tanıdığımız bu süper hızlı, süper güçlü 39 numara yine bir yerlere transfer oldu. Olabilecek en iyi yere hemde, Roman Abramovich kırmadi Yahudi dostunu ve bir 20 milyon sterlinde Anelka için çıkıverdi. Hikaye uzun dünyda transfer yaparak en çok parayı kazanan futbolcu ünvanını eline aldı artık. Abisi huysuzlana kadar Chelsea'de 39 numara onda. Bakalım bundan sonra nereye gidecek?

*2. resimde tanıdık bir eleman var.

10 Ocak 2008 Perşembe

Poster





Lenin'in tasvir edildiği bir kaç Sovyet posteri.

St.Pauli II




Liman şehridir Hamburg. Avrupanın en büyük limanlarından biri bu şehirde. Almanya (ve tarihte Prusya'nın) en önemli ticareti bu limandan yapılır. Şehir liman şehri olunca buraya takılan denizcilerinde ihtiyaçlarını karşılayacak bir mahalleye ihtiyaç var tabi. Yüz yıllardır kerhaneleri, birahaneleri ile denizcilere ihtiyaç duydukları bu "hizmet"leri veren mahalle St.Pauli olmuştur. Dünyada anı şanı bu kadar yayılmış bir kaç mahalleden biridir. Günümüz dinyaısnda bir kült omuştur bu mahallenin sex-shop'ları, stipriz barları ve punk grupları. Beatles bile bir ara gelip burada takılmıştır.

Bir deyim vardır bizde, pek beğenmediğimiz, dağınık, organize olamayan, orta sahada top yapamayan takımlara "mahalle takımı" der ve hakir görürüz o takımı. Bir nevi hakarettir. Fakat bir FC St.Pauli'de bir mahalle takımıdır. Geleneğiyle, anti-faşist duruşuyla, taraftarıyla kült olmuş bir mahalle takımı. Sözüm ona kendisine şanlı lakabı takanlara inat,şanın atılan gollerle, alınan kupalarla gelmediğini göstermişlerdir. Başarının değil bir duruşun taraftarıdır St.Pauli tribünlerini dolduran onbinler.

Arma





Sovyet arması ve iki ayrı görsel. İkinci arma İtalyan bir punk grubuna ait. Üçüncüsü ise zaten çok şey anlatıyor.

7 Ocak 2008 Pazartesi

Tünel




İstanbul'a gittim geldim geçenlerde. Vapurla karşıya geçtik sonra Tünel'den Taksim'e. Tünel'deki eski vagonları modernleriyle değiştirmiş belediye. Pek hoş olmamış, eski vagonlarda tabiki orjinal değildi (hizmete giriş tarihi 17 Ocak 1875 olduğunu biliyoruz dolayısıyla eski vagonlar daha sonraki tarihlerde yenilenmiş) fakat Tünel'in tarihi dokusuyla uyum gösterecek kadar eskiydiler en azından. Şimdikiler insanın gözüne batıyor. Herşeyin yenisi makbul diyen ben dahi beğenmedim bu sözüm ona yeniliği. Aslında büyükşehir belediyesi tarihi dokuyu korumak adına bir çok güzel iş yaptı, İstiklal Caddesindeki düzenlemelerin ötesinde, metro inşaatı sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntılara gösterilen özen, yer yer projenin değiştirlmesi (şu Bizans limanı), çevredeki tarihi binaların güçlendirilmesi gibi pek duyarlı işler çıkardılar ama Tünel vagonlarını yenilemek iyi fikir değil.

Öykü&Berk



Evlerinin önü boyalı direk sevdiğimiz bir türküydü. Arkadaşların videosu ilk düştüğünde internet alemlerine ne yapıp edip mp3 formatını bulup telefonuma kaydetmiştim. Samimi, farklı bir yorumdu. Mektepli çocuklar, yeteneklilerde albüm çıkarıcağız diyorlardı, (daha doğrusu you tube öyle yazmışlardı) çıkarmışlar. özgün bir çalışma olmuş, farklı birşey yapıyorlar, klipleri bile var. Sen, ben gibi iki kardeş, tahminim iyi de para kazanmaya başlamışlardır. Hakları var kazansınlar. Türküleri biraz denatüre etmişler mi? Etmişler ama olsun gençliklerine, toyluklarına ve bizden olmalarına verelim biraz da destek olalım. Muahlif duruşuma bir es veriyorum.

6 Ocak 2008 Pazar

St.Pauli



Gelenek sahibi olmak ayrı birşey özenmek ayrı. Yeni yeni bizim takımlarımızda kendilerince taraftar kültürü oluşturmak istiyorlar. Tabi bu işe kalkışanlar yine tiribünden insanlar. Fakat bir şekilde yapay oluşumlar ortaya çıkıyor. Bir grup hariç (Çarşı tabi ki) diğer hepsi geçmişleri on yıl ötesine gitmeyen oluşumlar. Yavan söylemlerle içi boş bir kültür inşa etmeye çalışıyorlar. Garip bir "her yerde her zaman en büyük olma" iddiasından öte, ne hayata, ne de herhangi birşeye dair söyleyecekleri hiç bir sözleri olmayan oluşumlar . Ne bir yaşanmışlık, ne bir kültür, ne bir anlayış yok ortada. Ortak tek değer takım -ki genelde başarıya dayalı bir birleşim bu- ve takımın renkleri . Gelenek sahibi takımlarda insanlar belirli fikirler etrafında birleştikleri için o takıma sempati duyuyorlar, bir takıma sempati duyup bir düşnce altında birleşmiyorlar. Bizde takım taraftarlarları biraz da zorlamayla sözüm ona bir duruşu olan gruplar oluşturmaya, örgütlemeye çalışırken genelde başarısız olup marjinal kalıyorlar. Bu da bir tribün kültürü yaratmaya yetmiyor. İşte bu bahsettiğimiz kültüre ve geleneğe sahip nadir takımlardan biri de St.Pauli. Onlar hakkında söynecek çok şey var, ileri ki günlerde yazacağım, bu sadece bir başlangıç olsun.

5 Ocak 2008 Cumartesi

Boney'M



Rasputin'den bahsedip Boney'M den bahsetmemek olmaz. Yetmişli yıllarda çekilmiş bütün Türk filmlerinin disko sahnelerinde illa ki bir şarkıları çalar hiç birşey çalmasalar en azından bir Daddy Cool mutlaka çalınır. Daha bunların Ma Baker'ı vardır, Rivers Of Babylon'u vardır, birde bu yaz reklamlarda dolanan Sunny. Şiddetle tavsiye ederim. Tüm zamanların en iyi grubu diyesim var ama kimseyi inandıramayacağım için sadece RA RA RASPUTİN ...

Gregori Efimovich Rasputin



Rusya tarihi ilginç karakterlerle doludur. Deli Petro, Katarina, Rasputin, bu isimlerden sadece bir kaçı. Fakat bu karakterler içerisinde en ünlüsü şüphesiz Grigori Efimoviç Rasputin. Bende bu ilginç adamın hayatından size kısaca bahsetmek istiyorum.

Ural dağları eteklerinde küçük bir köy olan Pokrovskoye’de dünyaya gelir Rasputin. Resmi doğum tarihi 22 Ocak 1869 olarak geçer kayıtlara. Varlıklı bir toprak ağasının oğlu olduğu için bu kayıtlara netlikle ulaşabiliyoruz.

Rasputin’in ilk çocukluk yılları Sibirya’da geçer. Doğayla iç içe, babasının çiftliğinde kardeşleri ile beraber hayatı tanımaya başlar. Uzun boyu, derin mavi gözleri ile çevrenin ilgisini daha küçük yaşlardan itibaren çekmeye başlamıştır. Daha da ötesi ilginç bir şekilde dile getirdiği bütün tahminleri ve öngörüleri gerçeğe dönüşmektedir bu küçük kâhinin.

Fakat bir olay var ki Rasputin gerçek anlamda ailesini ve köylüleri hayretler içinde bırakır. Bir gün babasının çiftliğinden bir at çalınır. Rasputin ne atı, ne hırsızı, nede olayı görmemiştir. Fakat babasına hırsızın adını söyler, önce kimseyi bu şekilde itham etmenin yanlış olduğunu düşünür babası ama işin ilginç tarafı Rasputin’in hırsız dediği adam kendiliğinden suçunu itiraf eder. Bu olaydan sonra ailesi ve bütün çevresi onun gerçekten doğaüstü güçlere sahip olduğunu düşünmeye başlamıştır.

Sibirya’da, Ural dağlarının zorlu doğa koşullarında geçen çocukluktan sonra ailesi onu din eğitimi görmesi için Verkhoturye Manastırına gönderirler. Burada din eğitimi almaya başlayan Rasputin manastırda da ilginç yeteneklerini sergilemeye devam eder ve kısa sürede keşiş olur. Bundan sonra manastırın vaiz heyetine katılan Rasputin Rusya’yı gezmeye başlar. 1886 ve 1901 yılları arasında bütün Rusya’yı, balkanları, İtalya ve Yunanistan’ı dolaşır. Hatta Kudüs’e kadar götürür bu geziler onu.
Gittiği yerlerde vaazlar veriri Rasputin diğer din adamları gibi. Fakat onun vaazlarını diğerlerinden ayıran yaptığı kehanetlerdir. Bu kehanetlerde sırayla gerçekleştikçe popülaritesi günden güne artmaya başlar genç keşişin. Öyle ki 1904 yılında Çar Romanov’un küçük oğlu Aleksi’nin hemofili olduğunu öğrenir ve çocuğu ancak kendisinin tedavi edebileceğini iddia eder. Tabiî ki bunu yapacaktır da.

1905 yılı Rasputin’in ülke çapında büyük bir üne kavuştuğu yıl olur. St. Petersburg’da verdiği bir vaazda 1. Dünya Savaşından ve yaklaşmakta olan Bolşevik Devriminden bahseder. Yine tarih onun yanılmadığını bize gösterecektir. Artık saraya çok yakındır ve vaazlarında Aleksi’nin hastalığını kendisinin tedavi edebileceğini Çariçe Aleksandrova’ya açıklar. Çariçe kendisini saraya çağırır ve böylelikle Petersburg ve Kremlin Saraylarının kapıları Rasputin’e sonuna kadar açılmış olur.
Bundan sonra saray yılları başlar Grigori Efimoviç için. Saray çevresi ve Rusya yüksek sosyetesi için birçok vaaz verir, radikal görüşleri ve ilginç kehanetleri onu Rusya burjuvazisinin en merak edilen adamı yapar. Uzun boyu, heybetli sakalı, insanın içine işleyen derin bakışları ve inanılmaz hitabet gücü ona özellikle kadınlar arasında büyük bir hayran kitlesi oluşturur. En büyük hayranı ise Çariçe Aleksandrova’dır.

Rasputin efsanesinin en ilgi çekici bölümü ise bu Sibiryalının küçük Aleksi’yi tedavi etmesidir. Hemofili olduğunu daha öncede belirttiğim Aleksi 1907 yılında çok ağır bir kanama geçirir ve Çariçe Rasputin’i çağırır. Rasputin parmaklarıyla çocuğun açık yaralarına dokunarak ve bir takım dualar okuyarak kanamayı birkaç dakika içerisinde durdurmayı başarır. Hatta bu olaydan sonra öldüğü 1916 yılına kadar Aleksi’nin tedavisiyle bizzat ilgilenir. Bu zaman zarfında Aleksi’in eski sağlığına kavuştuğunu biliyoruz. Bu olay Çar’ın da güvenini kazandırır Rasputin’e, artık sarayda ki yeri çok sağlamlaşmıştır. Artık aileden birisi gibi olmuştur Rasputin.

Dış politikadan, günlük olaylara hatta aile meselelerinde bile Çariçe onun görüşünü almadan hiçbir karar almamaktadır. İddialara göre aralarındaki yasak ilişki özellikle bu olaydan sonra çok daha ilerlemiştir. Çariçe tamamen Rasputin’in etkisi altındadır.
Saraydaki bu şaşalı yaşantı ta ki 1916 yılında Rasputin’in bir komploya kurban gitmesine kadar sürer. Grigori Efimoviç hanedan ailesinden Pres Feliks Yusufov tarafından öldürülür. Cinayet’in hikâyesi en az Rasputin’in hayat hikâyesi kadar ilginçtir.

Rasputin Prens Yusufov tarafından bir davete çağrılır, fakat Prens Rasputin’i kendisi ile özel bir konuda görüşmek bahanesiyle davetten önce evine daha bütün misafirler gelmeden ayrı getirtir. Durum oldukça gariptir, Rasputin’i bahçe tarafında bodrum katında bir odaya indirirler fakat ikramda kusur yoktur. Siyanürle hazırlanan kurabiyeler ve yine siyanürlü şarap sunulur Rasputin’e. Merakla Prens’in ne anlatacağını bekleyen Rasputin kurabiyeleri afiyetle yer ve hatta şaraptan da birkaç kadeh içer. Bir türlü konuya girmeyen ve lafı geveleyen Prens Rasputin’e hiç bir şey olmadığını görünce telaşa kapılır, müsaade ister ve komployu hazırladığı ve yine evde başka bir odada onu bekleyen İngiliz ajanından yardım ister.

İngiliz ona bir silah verir ve sessizce bu işi bitirmesini söyler. Silah kullanmasını pek bilmeyen Prens telaşla odaya döndüğünde Rasputin’i gayet sinirli bir şekilde beklerken bulur. Rasputin tam neden burada bu kadar bekletildiğini sorarken Prens silahı çeker ve iki el ateş eder, başından ve boynundan yaralanan Rasputin yere yığılır. Komplocu Prens bu işi bitirdiğini zannederek yukarı çıkar ve diğer işbirlikçileri aşağıya çağırır. Fakat iki metrelik bu dev Sibiryalıyı öldürmek o kadarda kolay değildir. Prens ve komplocular odaya girdiklerinde Rasputin ayaktadır ve kapıdan ilk içeri giren Prensin üzerine atılır. Prensi alt eder ve diğer üç adamla boğuşmaya başlar, şaşkınlık içindeki bu adamları da alt ettikten sonra Rasputin kendisini bahçeye atar ve kaçmaya başlar. Fakat katiller peşine düşerler Rasputin bahçe duvarını aşacakken arkasından ateş ederler ve durdururlar.

Artık bu tehlikeli adamı öldürdüklerini düşünürler ve cesedini Neva nehrine atarlar. Ceset birkaç gün sonra nehirden çıkarılır, otopsi yapılır. Otopsi raporuna göre Rasputin kurşunlardan değil ciğerine dolan sudan, yani boğularak ölmüştür. Onu öldürmek hiçte kolay olmamıştır anlaşılan.

Cinayet ile ilgili bu denli detaylı bilgilere, bu cinayeti planlayan İngiliz ajanının günlüklerinden ulaşıyoruz. İşin en ilginç tarafı Rasputin’i İngiliz hükümetin öldürttüğü gerçeğini de yine bu ismine bile ulaşamadığımız İngiliz ajanının günlükleri ve İngiliz istihbarat kayıtları doğruluyor. Kayıtlarda Rasputin’den “Kara Güçler” kod adıyla çokça bahsediliyor. Ölüm emri ise bizzat İngiliz Savaş Dairesi tarafından veriliyor.

Peki İngilizler neden Rasputin’i öldürmek istediler. Bunu da o yıllarda ki Rusya gazetelerine Rasputin’in verdiği bir demeçten öğreniyoruz. Çünkü Rasputin o yıllarda hükümet ve saray çevresinde ki savaş karşıtı lobinin sözcüsü konumunda ve hatta Çar’a Rusya’nın savaştan çekilmesi için baskı yapmakta. Bir demecinde bu savaşın tamamen bir aptallık olduğunu ve Çar’ın bu savaşı kaybedeceğini ve hatta bu süreçte Rusya’da sosyalistlerin iktidara gelebileceğinden bile bahsediyor. Dolayısıyla İngilizlerin bir müttefiklerini daha kaybetmemek için, Rusya’nın çekileceği cephelere de takviye edecek imkânları da olmaması sebebiyle Rusya’yı mutlaka savaşta tutması gerekiyor. İşi içeriden bitirebilmek için ise Rasputin’i susturma yoluna gidiyorlar.

Bu gerçekler seksenli yıllara kadar bir sırdı ve Rasputin sadece bir kâhin, içkiye ve eğlenceye düşkün bir saray karakteri olarak biliniyordu fakat şimdi biliyoruz ki Rasputin dünyanın kaderini değiştirebilecek kadar önemli bir adamdı. Ya Ruslar savaştan çekilselerdi, 1. Dünya savaşını kaybedenler İngiliz ve Fransızlar olsaydı, Osmanlı yıkılır mıydı veya Sovyetler kurulur muydu? Bunlar da Rasputin’in bize düşündürdüğü birkaç soru olsun.


edit: Rasputin hakkında yayılan bir çok mit var. Hatta ortada müzelerde dolaşan bir penis var, karşı konulamaz bir cinsel gücü olduğu söylenir hep, baktığını yatağa atıyormuş derler. Araştırdım onların aslı astarı yok, ama malafat kendisine ait, Felix Yussupow'un marifeti sanırım.

Ayı Abbas



Turgut Özatay ismini duyduğumda aklıma hep Korkusuz Korkak (kimilerine göre Bombacı Mülayim) filmi gelir. "Onda mangal gibi yürek varsa, bende de gemi kazanı gibi yürek var ulan" der. 1927 doğumlu sinema sanatçısı, 50 ve 60'larda jön rolündeyken sonradan kötü adamlığa geçiş yapar, Erol Taş gibi kült bir isim olmasada kötü adam piyasasının en çok aranan isimlerinden biridir. 214 filmde rol almıştır, ama benim için en çok akılda kalan hali Atla gel Şaban'da minübüs miçoluğu yaparken ki halidir. 2002 yılında yine sessiz sedasız aramızdan ayrılan Yeşilçam değerlerinden birisi...