30 Nisan 2008 Çarşamba

Anadolu'da Vakit



Eskiden Akit ve Vakit isimleri ile çıkan gazetenin şimdiki adı bu. İki defa kapatılmış ve yeniden açılmış. Bildiğimiz " şeriatçı " bir gazete. Yazarları da bunu dile getirmekte hiç çekinmezler, tıpkı Hüseyin Üzmez gibi.

14 yaşında bir kıza tecavüz etmekten tutuklanan ( bakın gözaltına alınan veya yargılanan değil ) 78 yaşında eski bir suikastçiden bahsediyoruz. Aklıma daha yüz kızartıcı veya daha aşşağılık bir suç gelmiyor. Tecavüz ve cinayet gibi çok iddialı suçlar bunlar. Özellikle 14 yaşında bir kızın bu olayın maduru olması işi daha da iğrençleştiriyor. Vakit gazetesi ağzıyla ( en kibar şekliyle ) " bir ananın mabadıdıdan def ettiği ..." sıfatını uygun buldum kendisi için ama söyleyeceğim onunla alakalı değil. Bu pislik ortadayken onu savunmaya kalkışan Vakit Gazetesi yazarları benim ilgi alanım. Utanmadan "komplo, 28 şubat'ın devamı" gibi sözler ile bir tecavüzcüyü hemde sübyancı cinsinden bir katili hala savunmaya devam eden zihniyet ve tıynet ( buda onların lafları ) karşısında ancak bir lavobo ihtiyacı duyuyorum ötesini değil.

Yıllardır böyle haberlere alşıltık, bir şeriatçının tecavüz ve cinsel istismardan tutuklanması artık şaşırılacak bir olay değil. Bu çevreye kuyruğundan bağlı bir çok insanın bile midesini kaldıran bu durum ortadadır. Adına komplu diyenler sadece rezilliklerinin boyutunu işfa ederler, ne kadar küçülebileceklerini ve alçaklaşabileceklerini gösterirler. Bize anlattıkları maneviyatçı ve mukaddesiyatçı palavralarına belli ki kendileri bile inanmıyorlar, belli ki kendilerinden dini anlamda çok geride olan insanlar en azından " kadın " konusunda kendilerinden akıl almak durumunda değiller.

Birde çok merak ettiğim Taha Kıvanç var. Fehmi Koru'nun liberal kişiliğinin hemen altında yatan şeriatçının adıdır Taha Kıvanç. Zaman'da dile getirmekte zorlandığı radikal görüşlerini Vakit'te bu isimle yazar. Bu olaydan sonra ise pek bir sessiz. Ne oldu Fehmi yazsana bişeyler?

26 Nisan 2008 Cumartesi

Devlet Arşivi #3



Çiller'i beğenmezdik. Gaflarıyla bezdirmişti bizi. Demirel onu yıldız yapacaktı ama olmadı; sonrada " ben onu yıldız yaptım ama kafası çalışmıyordu " bile dedi Baba ayrı mevzu. Şimdi Çiller'i mumla arıyoruz. En azından gaf yapıyordu, bilinçsiz masum hatalar, zülfü yare dokunduruyordu. Peki Tayyip Erdoğan'ın her ağzını açışında akım derken takım demesi. Arıyorum Çiller'li günleri, kadrini kıymetini bilmemişiz. Hiç yoktan profesördü, Erdoğan'ın üniversite bitirdiği ise şüpheli. Yalçın Küçük'e göre bitirmemiş; " Eğer okumuş olsaydı arkadaşları olurdu okuldan, ben daha bir tane bile duymadım Tayyip'le beraber okuduk diyen ." diyor Küçük. Bu arada Yalçın Küçük'te evine kendi büstünü yaptırmış.

Devlet Arşivi #2



Kenan Evren için söyleyebilecek sözüm yok, insanlığa havale edildi onun dosyası. Resimde zatı-ı şahanelerinin elini öpen adam ise bir gazi. İlginç tarafı oalyın Kenan Evren eline yapışan bu yaşlı başlı eski tüfeğe elini uzatmakta çekinmiyor ve üstüne eli öpülürken kasım kasım da kasılıyor.

Devlet Arşivi #1



Devlet arşivinden apardığım resimleri paylaşacağım burda. Demirel ve milli takım adlı ilk postumuz bu. Metin Tekin ne kadar yakışıklıymış, zira hala öyle. Birde Rıdavan'ın sakalları...

Siz de mi partiden sıkıldınız?




" Deniz Baykal ne cumhuriyeti, ne de halkı seviyor, o sadece partiyi seviyor."

Vedat Özdemiroğlu

İşçi sınıfı partisine özgürlük!



Hiç mi adam yok? Kime inanacağım? Neye güveneceğiz..?

* Bu bir 1 MAYIS postudur.

22 Nisan 2008 Salı

Eğitim hakkı ve nitelikli eğitim

Eğitim hakkında görüşü alınan hemen herkes önce
eğitimin ne kadar önemli olduğundan dem vurur ve
eğitime yeterince önem verilmediğinden bahseder bu
ülkede. Öğretmenler baş tacı edilir, yarınımız olan
gençler ve çocukların başı okşanır ve yapılan törende
başarılı miniklere ödüller verilir falan filan... İlkokulda
ve lisede ödüllendirilen bu minikler üniversite sınavını
bir şekilde atlatıp, canlarını tabelasında üniversite
yazan sözüm ona okullara attıktan sonra işler biraz
değişir. Sisteme karşı en ufak serzenişinde ise soruşturma,
kınama veya uzaklaştırma ödülleri onları beklemektedir.
Adına üniversite dediğimiz bu kurumlarda inşaat mühendisliği
eğitimi almaya çalışan bir grup insan burada
toplandık. Size kendi hikâyemizi anlatmak istiyorum:
Üniversiteye hazırlık hengâmesinden sıyrılıp yüzde
bilmem kaçlık dilimlerle bilmem hangi üniversitenin
inşaat mühendisliği bölümüne kayıt yaptırmaya hak
kazandınız belgesini aldığın gün çok sevinçliydin. Bu
belge, 30 vesikalık fotoğraf, ikametgâh ilmühaberi ve
sağlık raporunu topladığın gibi kendini kayıt kuyruğunda
buldun. Henüz hiçbir şey almadan sadece kayıt
için geldiğinde üniversite kapılarına senden “para”
istemeye başladılar. Fakat her müşteri bilir ki “Hizmet
alınmadan para verilmez”. Ama orası bir ticarethane
değil üniversiteydi, önce parayı verecektin sonra soruşturmanı
yiyecektin. Birde işin tuzu biberi yurt, yemek,
kitap masrafının yanına “eğitime katkı payı” adına
devletimize ödemen binlerce yeni Türk lirası. Sanki
ödediğimiz vergilerin eğitime katkısı yokmuş gibi...
Pazarlık etme şansımız yoktu, tok satıcıydı devlet
babamız ve işine gelirse diyordu. Mecbur attın o
senetlerin altına imzayı. Adınıza üniversiteli deniliyordu
ve gittiğin yere de üniversite. Dile kolay mühendis
çıkacaktın. İnşaat mühendisi olabilmek için kazanman
gereken belli beceriler vardı. Bu becerileri ve yetenekleri
kazanabilmek için adına laboratuar ve uygulama
denilen yerler ve alanlara ihtiyacın olduğunu okumuştun
dergilerden ve kitaplardan. Mühendislik eğitiminde
ki pratik ve uygulamaların seni gerçek bir mühendis
yapacağını biliyordun ama bu laboratuarlar senin
okulunda yoktu. İlk yıl derslerini bir şekilde atlatıp
bölüme adım attığında gördün ki eksik olan tek şey
sadece laboratuarlar değilmiş. Birisi zemin mekaniği
ve su hocası olmadığı için derslere yapı mekaniğinden
gelen bir hocanın baktığını söylüyordu. Sigara içmek
ve tost yemek için oturduğumuz bu kantinde daha
öğreneceğimiz çok şey vardı ama önce kötüsünden
başlamıştık. Bu arada zemin mekaniği neydi ya?
Canını sıkma öğrenirsin seneye.. Gerçekten öğrenebilir
miyim acaba zemin mekaniğini, zemin mekaniği üzerine
çalışma yapmamış birinden? Sorular ve sorunlar
kafanda. Yak bir sigara...
Düşünmeye başladın dolmuşa bindiğinde: acaba verdiğim
paraya zemin mekaniği hocası dahil değil miydi?
Müşteri hizmetlerini mi pardon öğrenci işlerini mi
arasam? Aradığımız zemin mekaniği hocasına ulaşılamıyor
mu derler yoksa bana? Neyse şu diffi geçeyim
de seneye düşünürüz. O dönem geçtin gerçekten de
difi. Fakat ezberlediğin sorularla, bir mühendislik
problemine matematiksel açıdan yaklaşma becerisini
kazanmadan.
Diffte geçilirdi, zeminde, betonda ama bunları geçmeyle
mühendis olunur muydu orası belli değil? Ders
geçmeye odaklı, sınavlara endeksli bir sistemin içinde
eğitim alıyordun ve amacımın mühendis olmaktan
çok okulu bitirmekti. İşi öğrenip öğrenmediğini soran
yok zaten sana. En çok muhatap olduğun soru ise “Abi
hidroloji fotokopisi var mı” oldu hep. O fotokopileri
okuyarak mühendis olabilir miyiz acaba diye düşünürken
dönem bitti ve zorunlu yaz stajı geldi.. Kantinde
senden sigara isteyen elemanın anlattığına göre hemen
herkes naylon yapıyormuş stajı ve üst sınıflardan
aldığın bir raporu hocaya gayet rahat yutturabiliyormuşsun.
Fakat kafana yatmadı bu iş, zaten okulda
pek bir şey görmüyoruz bari gidip stajda bir şeyler
öğreneyim diye geçiriyordun aklından. Zaten halanın
oğlu da, bir tanıdığının stajda iş bulduğunu anlatmıştı.
Bellimi olur belki sende orada patronun gözüne girip
kapağı atardın. Staj formunu aldın ve babanın tanıdığı
bir inşaat mühendisini aradın staj için. Pek iç açıcı
şeyler duymadın bu konuşmada, çünkü adamın şirketi
stajyer almıyormuş. Sonra kendin başladın gezmeye
şirketleri ve şantiyeleri, sonunda da gördün ki bu sadece
bir şirketin işgüzarlığı değil sektörün bir yaklaşımı.
En çok duyduğun şu söz aklına kazındı: “Stajyer
almıyoruz!”
Son gittiğin şirketteki mühendis anlayışlı çıkmış
stajyer olarak seni alamayacağını fakat istersen naylon
staj raporunu imzalayabileceğini söylemişti. Sigaraya
iyiden iyiye alışmıştın. Yaktın bir tane daha ve düşünmeye
başladın kara kara. Bu staj işi de yattığına göre
ben bu mesleği nerede öğreneceğim?
Şimdi bu soruyu beraber soralım arkadaşlar. Bütün
öğrenciler gibi yaşadığımız maddi ve manevi sıkıntıların
üzerine birde bize reva görülen bu uygulamadan
uzak, ezberci, niteliksiz ve yetersiz eğitim karşısında
söyleyebileceğimiz bir çift söz yok mu? Bize dayatılan
bu ucube düzenin karşısında çaresiz miyiz yoksa bir
araya gelerek bir şeyler yapabilir miyiz? Bunun cevabını
burada beraber verelim ve genç-İMO örgütlülüğünü
burada beraber örelim.

*29 Mart 2008'de inşaat Mühendisleri Odası Öğrenci Meclisinde yaptığım konuşma.

5 Nisan 2008 Cumartesi